top of page


Hepimizin hayatında duygusal olarak inişli çıkışlı olduğumuz zamanlar vardır. Bazen öfkelenir, sevinir, üzüntü duyar, coşkulu olur, endişelenir, mutsuz olur, bazen de huzursuz olur, çeşitli duygular arasında gidip geliriz.


Bipolar bozuklukta ise yoğun duygudurum değişimleri yaşanır ve bunların çoğu kısmen ya da tamamen yaşantılardan bağımsız olarak ortaya çıkarlar. Bu duygudurum değişimleri kişinin düşüncelerini, davranışlarını, sağlığını, ilişkilerini ve yaşantısını son derece etkiler.


Bu rahatsızlık, genellikle ergenlikte ve erken erişkinlik dönemlerinde ortaya çıkar. Sıklıkla depresyon dönemi ile başlar ve ilerleyen zamanlarda manik dönemlerle devam eder. Bu yüzden başlangıçta doğru tanıyı koymak ve tedaviyi o yönde sürdürmek oldukça önemlidir.


Bipolar bozuklukta tedavi iki aşamadan oluşur. Öncelikle hastalık belirtilerinin başlaması ile beraber akut tedavi uygulanmaya başlar. Ardından yeniden hastalanmayı engellemek amacı ile koruyucu tedaviye geçilir. Tedavinin içeriğinde ilaç kullanımı, psikoterapi desteği ve hem ailenin hem de hastanın bilinçlendirilmesi yer alır.


Bipolar bozukluğu olan hastalarda psikoterapinin ilk amacı, manik ve depresif dönemlerin ortaya çıkmasına sebep olan stres faktörlerini azaltmak ve bu stres faktörlerine karşı başa çıkma yöntemleri geliştirmektir. Daha sonra ise hastalığın getirdiği hayata dair birtakım güçlüklerin üzerine gitmeyi amaçlar. Bazen bireysel, sadece hasta ile, bazen de hasta yakınlarıyla birlikte görüşmeler yapılır.


Tedavinin başarılı olabilmesi için hem hastanın hem de ailesinin bilinçli ve ilgili olması çok önemlidir. Tedavi yaşam boyu olmasa da uzun bir süre gerektirmektedir, bu yüzden de sabırlı olmak ve umudu kaybetmemek gerekir. Uzun süre hasta kendini iyi hissetse bile ilaçların uygun kullanımına dikkat edilmelidir.


Hasta tedavi konusunda teşvik edilmeli, alkol ve madde kullanımı önlenmelidir. Hastaya iç görü kazandırılmalı ve yaşamış olduğu tüm belirtilerin hastalığından kaynaklandığı söylenmelidir. Hastalar bazı dönemlerde intihar düşüncelerine kapılabilirler, bu yüzden dikkatli olmak ve güvenliği için önlemler almak gerekir. Bazı durumlarda ise kontrolün kaybedildiği şiddetli manik dönemlerde hastaneye yatış hayat kurtarıcı olmaktadır.


Çoğu rahatsızlıkta olduğu gibi bu hastalıkta da hastanın kendine olan güveni arttırılmalı, hayatta kendi ayakları üzerinde durması sağlanmalıdır. Ailelerin çok fazla koruyucu olması da ona zarar verir. Normal yaşantısı ile hastalık döneminin ayrımı hastaya gösterilmelidir. Elbette onların da iyi ve kötü günleri olacaktır. Dolayısıyla her kötü durumun depresyonla her iyi günün de mani ile karıştırılmaması gerekmektedir.



İki uçlu duygulanım bozukluğu (bipolar affektif bozukluk) yada manik depresiflik nedir?


İki uçlu duygulanım bozukluğu, tanı ve tedavisinin hızla yapılması gereken, psikiyatrinin acil durumları olarak değerlendirilen hastalık grubudur. Tanı ve tedavi geciktikçe, hastanın ve ailesinin büyük kayıplara uğraması tıbbi bir gerçektir. Hastalığın bir ucunda kişinin hoşlandığı, benlik değerinin arttığı, engellenemediği, aşırı konuştuğu, aşırı enerjik olup uyumadığı, kendisini çok güçlü ve tüm sorunları çözebilecek güçte hissettiği klinik bir tablodan geçerken, uygunsuz iş anlaşmaları, denetimsiz yatırımlar, hızla girilen arkadaşlıklar, cinsellikte aşırı artışla devam eder. Hasta ve ailesini zor duruma sokan olayların başında bu uygunsuz yatırımları ve para harcamalarıdır.


Bu hastalığın en güzel yani önlenebilen ve tedavi edilebilen, hastalıklar sınıfında yer alır. Hastalığın erken tanısı, hastalık sırasında ortaya çıkan risklerin önlenmesi ve komplikasyonların tedavisi, çok kapsamlı olmalıdır. Önleyici tedavi sırasında içgörü terapileri ve aile terapisi ihmal edilmediğinde, basari şansı yüzdesi çok fazladır.


Bu hastalığın diğer ucunda, hafif de olsa depresyon, sıklıkla görülür. Hasta yükseldiği dönemden değilde yavaşladığı dönemden abartı bir şekilde şikayetçi olur. Aslında depresif dönem hafif bile olsa hastanın tahammülsüzlüğü fazla olduğundan, tıpkı orta derece depresyon tedavi protokolü uygulanır. Bu dönemde sürekli eski hızlı ve renkli günlerini özlemle anar ve bu devrede çok sabırsızdır. Bu sabırsızlık hiç iyileşememe korkusu ile ağır depresyondaki gibi intihar riskini de beraberinde getirir. Manik dönem kisinin sosyal hayatına ve maddi kaybına sebep olarak hem kendine hemde en çok etrafına zarar verirken, depresif dönem sadece hastanın kendine zarar verir. Bu yüzden manik dönemde herhangi bir tıbbi yardımı kabul etmesi çok güçken, depresif dönemde sık sık doktorundan yardım almak ister.



Halk arasında “takıntı hastalığı” olarak daha çok bilinen Obsesif Kompülsif Bozukluk (OKB), son zamanlarda çok sık görmeye başladığımız bir tür anksiyete (kaygı) bozukluğudur.


Zihinden atılamayan, tekrarlayan düşünceler ve bunların getirdiği kaygıyı azaltmak için geliştirilen davranışlar, bu rahatsızlığı bir kısır döngüye dönüştürür ve hastaların yaşamlarını oldukça kısıtlar.


Bu rahatsızlıkta iki temel unsur vardır. Bunlardan biri obsesyon dediğimiz zihni yoran, yinelenen, stres yaratan ve kontrol edilemeyen düşüncelerdir. Örneğin; mikrop bulaşmasından korkmak, başkalarına zarar vermekten ve hata yapmaktan korkmak, günahkar olmaktan korkmak, aşırı düzen ve simetri ihtiyacı hissetmek gibi düşünceler birer obsesyondur.


Bu istenmeyen düşünceler beraberinde bir huzursuzluğu getirir ve rahatsızlığın ikinci unsuru olan kompülsiyonların ortaya çıkmasına sebep olur. Kompülsiyonlar ise takıntılı düşüncelerin yarattığı kaygıyı azaltmak, onları akıldan uzaklaştırmak ve düşüncelerin yeniden gelmesini önlemek amacıyla geliştirilen ritüelleri olan davranışlardır. Tekrar tekrar yıkamak, bir şeyleri gereğinden fazla kontrol etmek, saymak, değeri olmayan şeyleri toplamak ve biriktirmek, belirli sözleri tekrarlamak (dualar gibi) davranışları ise birer kompülsif davranış örneğidir.

Bu davranışlar kaygıyı geçici olarak durdururlar; ancak tekrar obsesif düşünceler geldiğinde kişiler ritüelleri uygulama gereksinimini yeniden hissederler. Hastalar tüm bu düşüncelerin, davranışların anlamsız olduğunun her ne kadar farkında olsalar da kendilerine engel olamazlar.


Yapılan çalışmalar, bu rahatsızlığın hem biyojik kökenlerinin olabileceğini hem de çeşitli çevresel faktörlerin bunu tetikleyebileceğini göstermektedir.


Obsesif-kompülsif bozukluk ilaç tedavisi ve beraberinde psikoterapi desteği gerektiren bir hastalıktır. Kullanılan ilaçlarla birlikte kaygının kontrol altında kalması sağlanır.


Psikoterapilerle ise bu rahatsızlığı olanların kompülsif davranışlarını gerçekleştirmeden nasıl korkuları ile yüz yüze gelebilecekleri ve anksiyetelerini azaltabilecekleri doğrultusunda çalışmalar yapılır. Aynı zamanda terapilerde abartılmış ya da felaket olarak nitelendirilen düşüncelere de odaklanılır ve bunlar zamanla ortadan kaldırılmaya çalışılır.


bottom of page