top of page


Stresi hepimiz hayatımızın bir noktasında yaşıyoruz. İster büyük bir şehirde yaşayalım ister küçük bir kasabada, ister çok ünlü bir iş adamı olalım ister maddi güçlük çeken bir emekçi, ister küçücük bir çocuk olalım ister yılları devirmiş deneyimli bir çınar, ne olursa olsun nefes alıyor ve hayatta bir şeyler için mücadele ediyor olmak, stresle karşı karşıya bırakıyor hepimizi. Çünkü yaşıyor olmak eşittir stres demektir aslında.





Stres nedir?


Bilimsel olarak stresin ne olduğuna baktığımızda, vücudun çeşitli içsel ve dışsal uyaranlara karşı verdiği otomatik tepkiler olarak tanımlandığını görüyoruz. Psikoloji alanının perspektifinden ise stres, kişinin baş edebilme gücünü aşan ya da zorlayan durumlarla karşılaştığında kendini koruyabilmek ve hayata devam edebilmek adına ortaya koyduğu otomatik tepkilerdir.

Stres bir etki tepki mekanizmasıyla çalışır. Stres etkeni stres tepkilerini oluşturur. Bu tepkiler fiziksel, davranışsal, psikolojik ve zihinsel belirtiler olabilmektedir.

Fiziksel belirtilere baktığımızda, kişide görülen bedensel yakınmalar karşımıza çıkmaktadır. Bunlar kalp atışının hızlanması, tansiyon yükselmesi, terleme, nefes darlığı, baş ağrısı, mide bulantısı, sindirim bozukluğu, alerji, yorgunluk şeklinde kendini gösterebilir. Fiziksel belirtiler ilerlediğinde kişiyi doktor doktor gezdiren şikayetler haline gelebilmektedir.

Davranışsal belirtilere baktığımızda uykusuzluğu, yoğun uyuma isteğini, yeme alışkanlığında değişiklikleri, iştahsızlığı, sigara ve alkol kullanımındaki artışları görmekteyiz.

Psikolojik belirtileri ise gerginlik, öfke, panik hali, sürekli ve artan endişe, bunalmışlık hissi ve çaresizlik duygusu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Stresin zihinsel belirtileri ise kontrolsüz düşünceler, unutkanlık, dağınıklık ve karışıklık, odaklanmada güçlük, motivasyonda ve performansta düşüş, dikkat eksikliği, muhakeme gücünde azalma şeklinde kendisini gösterebilir.

Bu belirtilerin çoğu, kaynağını bilmediğimizde, kişiyi doktor doktor gezdiren ve bir dolu muayene ya da tetkikin ardından fiziksel olarak bir bozukluğa rastlanılmayan şikayetler olarak kalmakta ve uzmanların “psikolojik destek almalısınız” dediği noktada kişide daha büyük bir endişe yaratan belirtilerdir.


Neler stres yaratır?


Peki neler stres yaratır diye baktığımızda, satırlar belki de sayfalar dolusu strese kaynaklık eden olay ve durumları yazmanın mümkün olduğunu görüyoruz. Ama genel birkaç başlık olarak yazdığımızda stresin kaynaklarını; geçmiş yaşantılar (deneyimler, öğretiler…), tamamlanmayan işler (keşkeler), içsel çatışmalar (belirsizlikler, beklentiler, hayaller, hedefler…), travmatik olaylar (kazalar, kayıplar, şiddet…), günlük yaşantılar (ev, iş, okul, trafik…), kişiler arası ilişkiler (sevgili, eş, aile, arkadaşlar…), spesifik yaşam olayları (evlilik, doğum, iş değiştirme, taşınma, iflas…), sağlık (hastalıklar, ameliyatlar, beslenme, madde kullanımı…) gibi kategoriler altında toplamak mümkün olacaktır.

Psikolojik açıdan baktığımızda ise stres; öfke, suçluluk, pişmanlık, üzüntü, utanç, hayal kırıklığı, endişe, kaygı duygularını ortaya çıkarmaktadır. Bu duyguların altında ise; “Ben yetersizim, ben değersizim, ben sevilmezim, ben çaresizim, ben güvende değilim, ben kontrolde değilim!” temel inançları vardır ki bunlar da kişinin stres altındayken hem vereceği tepkiyi belirler hem de kişinin stresle baş etme becerilerini ortaya koyar.


Herkes stres yaşıyor deyip geçmemeli!


Her ne kadar “stres” sözcüğü bize tanıdık gelse de, aslında onunla yaşarken bizim bedenimizde, beynimizde, davranışlarımızda ve psikolojimizde nasıl etkiler yarattığını çok fark edemiyoruz ya da strese karşı sadece anlık çözümler üreterek zamanı kurtarmaya çalışıyoruz. Bu da bazen bazı fiziksel ve psikolojik rahatsızlıkları göz ardı etmemize sebep olabiliyor. Herkes hayatın belirli zamanlarında strese maruz kalıyor ancak herkesin stresle karşı baş etme becerisi ve stres toleransı farklıdır. Kişilik özelliklerimiz, geçmiş deneyimlerimiz, genel ruh halimiz, sağlık durumumuz, sosyal desteğimiz, entelektüel seviyemiz gibi daha pek çok faktör strese karşı verilen tepkilerin kişiden kişiye farklılaşmasına sebep olmaktadır. Herkes aynı olaya maruz kalası benzer tepkilerin ortaya çıkacağı anlamına gelmez. Bu noktada kendimizi tanımak ve stresle baş etme becerilerimizi geliştirmek gerekir. Strese karşı toleransımızı arttırmak bizi hem bedensel hem de ruhsal rahatsızlıklardan koruyacaktır. Bu da psikolojik destek alarak kendi terapi sürecimizden geçmekle mümkündür.



Zorlasan hayat sartlari insanlar icin tek bir seyi amac haline getirdi. O da calismak, para kazanmak ve gecimini saglamak... Bu amac ile insanlar neredeyse 7 gun 24 saat calisir oldular. Bu yogun calisma temposu da ister istemez siddetli stresi beraberinde getirdi. Ozellikle buyuk sehirlerde trafikte gecen zaman, kalabalik, zor calisma sartlari ve bencil isverenlerle birlikte bu yogun calisma temposu geride ofkeyi ve depresyonu birakmaya basladi. Calismak ve yeme, icme, uyuma gibi temel ihtiyaclarini karsilamak disinda baska vakti kalmayan insanlar sosyal yasantilarinda, iliskilerinde ve gunluk fonksiyonlarinda problemler yasar hale geldiler. Uzerine dusunulmesi ve ciddi tedbirlerin alinmasi gereken bir durum olan yogun is temposu ve stres konusunda isverenlerin ozellikle sirket psikologu gibi kadrolari devreye sokmalari gerekmektedir. Sirket psikologlarinin disinda calisaninin psikolojik danismanlik hizmeti alabilmesi icin cesitli arastirmalarin ve anlasmalarin yapilmasina oncelik vermek de yardim icin atilabilecek bir baska adim olabilir. Aksi taktirde yogun is hayatindan bunalmis, kendi icin bir seyler yapamayan insanlarin calismaya devam ettigi kurumlarda depresyonun bulasici bir rahatsizliga donusmesi kacinilmazdir.



Muhteşem Yüzyıl ülkemizde pek çok insanın hayranlıkla ve merakla izlediği tutkulu bir dizi haline gelmişti. Dizi konusu itibari ile çok sayıda insana ilginç gelmiş ve gerek görselliği gerek ise oyunculuğunun kalitesi ile akıllarda kalmıştır.

Ben de bu ülkede yaşayan bir vatandaş olarak elbette ki merakla dizinin yeni bölümlerini bekledim; ancak diziyi izlerken psikolog önlüğümü bir kenara koymak biraz zor oldu açıkçası.

Çünkü dizi konusu itibari ile hem tarihi hem felsefeyi hem tasavvufu hem sosyolojiyi hem de psikoloji gibi aslında pek çok sosyal bilimi ilgilendiren şeyler barındırıyordu. Ben de işi bu boyutuyla ele alıp o dönemde bunca olayın yaşanmasına sebep olan insan psikolojisini merak ettim ve biraz üzerine düşünüp yazmak istedim.

Bir bölümde Kanuni İbrahim Paşa ile ilgili olan şöyle dile getirmektedir:

" Tüm kainat karanlık ve sessizlik içinde... Karanlık içindeki aydınlıktalar. Karanlık ve sessizlik, ışığın ve sesin olmadığı değil; tüm ışığı ve sesleri içinde muhafaza eden güçtür. Karanlık aslında aydınlıktır Süleyman. Geceyi, uykuları bölen ses aslında sessizliktir. İnsan herkesi kendi gibi görür. Karşısındaki yoktur. Kendi gibidir herkes. Hele seviyorsa daha bir bütünleşir. Dünyası yuvarlaktır ve tektir. İçi bütün, dışı ayrıdır. Fakat canı yandıkça yüreğinin her bir parçasında karşısındaki insanlar artık karşısındaki insanlar olmaya başlar. Etrafı kalabalıklaşır. Kendi ve diğerleri olarak... Kendinin ve diğerlerinin dünyaları... İçi ayrı, dışı ayrıdır artık. "

İnsan birini sevince ona sonsuz güvenir ve onunla bir bütün olur, tıpkı İbrahim de olduğu gibi...

Ama karşısındakinin hatalarını gördükçe güveni sarsılır ve sevgisine rağmen kişi onu kendinden ayırır. Onun da diğerlerinden bir farkı kalmaz, tıpkı Süleyman gibi...

Bu yüzden de hayal kırıklığı daha büyük, öfkesi daha şiddetli olur.

Bir yandan intikam almak isterken diğer yandan da içindeki sevgisi vicdanını rahatsız eder.

bottom of page